6 Ocak 2008 Pazar

Dubrovnik ve Bosna&Hersek

2007 Aralık ayında Bosna Hersek ve Hırvatistan'ın belirli şehirlerini kapsayan bir tura katıldım, başlıca gezdiğimiz şehirler Saraybosna, Mostar ve Dubrovnik'di.

Dubrovnik - eski adıyla Ragusa - Hırvatistan'ın Adriyatik kıyısında Karadağ sınırına yakın tarihi bir kent. Merkezde yeralan eski şehrin en önemli özelliği taş duvarlı surlarla çevrilmiş bir liman şehri olması, Dubrovnik aynı zamanda Hırvatistan'ın en önemli turizm merkezlerinden birisi.






1992 kuşatmasından eski şehirdeki bir çok bina etkilenmiş, binaların kiremitlerinin kırmızılığından yapının savaş sonrası yenilendiğini anlıyorsunuz, aslında yenilenmeyen pek bir bina da yok gibi...





Şehrin giriş kapısından ana cadde -Placa- boyunca ilerlendiğinde meydana ulaşılıyor, ana caddeyi kesen dar sokaklarda dükkanlar, restorantlar, kafeler yer alıyor. Şehirdeki tüm binalar beyaz taş ve koyu yeşil panjurlu yapılar.





Limanda yer alan tekneler...



Satın alacağınız bir biletle surların üzerinden şehri yaklaşık bir buçuk saatte gezmeniz mümkün...



Mostar... En önemli özelliği tabi ki tarihi Mostar köprüsü... Savaş zamanında yıkılan 500 yıllık köprü geçtiğimiz yıllarda yeniden yapılarak kullanıma açılmış...









Neretva nehrinin bir tarafında Müslümanlar bir tarafında Hırvatlar yaşıyor.




Nehir boyunca ilerleyen sokaklarda evler yenilenmiş... ancak bir çoğu savaşın izlerini halen taşıyor...











Saraybosna'ya ayrılan zamanımız oldukça kısıtlı, şehir merkezinde yer alan Baščaršija'dan (Başçarşı) bir kaç kare...









Bosna- Hersek arasında mola verdiğimiz yerden bir manzara... Bir şekilde yolunuz düşerse bir şişe şarap eşliğinde kuzu çevirmeyi es geçmeyin... benim aklım kaldı...



25 Kasım 2007 Pazar

Bach'ın İzinde




İlk dinlediğim J. S. Bach eseri hangisiydi hatırlamıyorum, ama ‘Air On a G String’ i keşfetmem ile başlayan Bach merakım, bir şekilde kendimi 2007 Eylül’ünde Almanya’nın Thuringen ve Saksonya bölgelerinde şehirden şehire dolaşırken bulmama sebep oldu. Gezimin amacı Bach’ın yaşadığı, çalıştığı yerleri görmek; gezerken bir kaç makara fotoğraf çekmek; eserlerini nasıl bir dönemde, nasıl bir coğrafyada yarattığını biraz olsun hissedebilmekti.


Tabi ki o çeşit çeşit altın sarısı, köpüklü Alman biraları ile kokusu doğrudan insanın midesine işleyen ‘Wurst’lerin tadına bakmayı da ihmal etmedim.





J.S.Bach’ın yaşamının büyük kısmını eski Doğu Almanya topraklarında yer alan iki eyaletinde - Thuringen ve Saksonya- geçirmiş olması bu geziyi planlamamı kolaylaştırmakla beraber, dar zamanda ancak belirli sayıdaki şehirleri ziyaret edebildim. İzlediğim rota kaldığım yer olan Erfurt’u merkez alıp doğduğu şehir olan Eisenach’tan başlayarak; Muhlhausen, Ohrdruf, Arnstadt ve yaşamının 27 yılını geçirerek ayrıldığı Leizpzig’de noktalandı.






Thuringen ormanlarının batısında kalan Eisenach, Bach’ın doğduğu şehir olması sebebiyle gezinin başlangıcı için en uygun yerdi. Aynı zamanda Martin Luther’in İncili Almanca’ya çevirdiği Wartburg’a evsahipliği de yapan şehirde Bach’ın doğduğu ev müze haline getirilmiş. II. Dünya Savaşı’nda büyük hasar gören ev restore edilerek, evin içi Bach’ın yaşadığı dönemlerden kalan eşyalarla döneme uygun olarak yeniden tasarlanmış.


Evin yanında eklenmiş olan binada da Bach ve eserleri ile ilgili tanıtıcı bir çok malzeme, resimler, el yazmaları, notalar, büstler, CD dinleme yerleri, projeksiyon odaları bulunuyor. Müzedeki en güzel anım o dönemden kalan orjinal müzik aletlerini Bach’ın ezgileriyle tanıtan, yarım saatlik canlı bir konseri dinlememdi. Orgun ses çıkarmasını sağlamak üzere kullanılan ve dinleyicilerden birine emanet edilen ipin çekilirken ritmindeki bozulmanın müziğe yansıması, klavsenin tuşlarına basıldığında notalarla beraber duyulan tuşların sesleri, evinizde müzik setinde CD dinlerken asla tecrübe edemeyeceğiniz anlardı.






Müzenin dışında Bach’ın heykeli. Bach, elinde nota defteri ve kalemi, yazıyor da yazıyor...






Bir sonraki durağım Eisenach’ın yaklaşık 30 Km kadar kuzeyindeki Mühlhausen’di. Mühlhausen’e otobüsle Thuringia ormanlarının içinden, virajlı tepelerden geçip bir saatte ulaştım.

Surlarla ve kulelerle çevrili şehirde ana cadde boyunca ilerleyince St. Marien kilisesine vardım.




Bach şehre geleli 300 yıl olmuş...

Mühlhausen yılları Bach’ın vokal kilise müziği ile ilgilenmeye başladığı, aynı zamanda şehrin orgcusu olduğu dönemler...

Bach’ın belki de en ünlü org eseri olan BWV 565 Toccato and Fugue bu şehirde bestelenmiş...




Ertesi gün küçük bir kasaba olan Ohrdruf’a yapılan ziyaret sonrası aktarmalı iki trenle Arnstadt’dayım.

Bach’ın Arnstadt’a bulunduğu yıllar hızlı gençlik yıllarıymış. Belki de bunu vurgulamak adına bildiğimiz Bach portresinden farklı bir heykeli şehir meydanında duruyor.



Arnstandt, Bach’ın genç yaşına rağmen -18 yaşında şehre gelmiş- kilisenin yapımı süren orgunu test edip onaylamak amacıyla geldiği küçük bir kent. Bach sadece orgu denemekle kalmamış, aynı zamanda kilisenin orgculuğu görevine de atanmış.






Arnstadt’ta meydandaki bir binada Bach sergisi bulunuyor, Arnstadt küçük bir kent olmasına karşın Bach’ı diğer kentlerden çok daha fazla öne çıkarmış...




Bach’ın soyağacını gösteren bir çizim...

J.S.Bach gövdenin en üstündeki dalında yer alıyor. Bach’ın da kökleri pek bir sağlammış...

Bach, o dönemde oldukça meşhur olan Buxtehude isimli orgcu ile tanışabilmek için kilisedeki görevinden bir süre izin alarak Arnstadt’tan yola çıkıp kuzey Almanya’daki Lübeck kentine - ki yaklaşık 400 km’lik yolu yürüyerek gittiği söyleniyor - bir yolculuk yapmış. 4 haftalık izni olmasına rağmen 4 ay sonra yolculuğundan dönmüş. Tabi ki kilise yöneticileri bu durumu hiç hoş karşılamamış. Arnstadt’da meydanda oturup bu olayı düşünerek ‘pils’ biramı yudumlarken, Bach 4 haftalık gezisini 4 aya çıkardıysa, ben de iznim olan 1 haftalık gezimi pekala 1 aya çıkarabilirim dedim kendi kendime, ne de olsa gezimin adı ‘Bach’ın İzinde’ydi... neyse, şişem bitince usulca çantamı alıp dönüş yoluna koyuldum.





Ve Leipzig... Erfurt’tan ayrılıp trenle yaklaşık bir saat süren bir yolculuktan sonra Leipzig’e vardım.

Leipzig Saksonya bölgesinde yer alan, tarihte bir çok olaya tanıklık etmiş, bir çok özelliği bulunan bir şehir. 90’ların başındaki Almanya’nın birleşme sürecinde öncülük etmesi; Napolyonun yenilgisiyle sonlanan 100,000 kişinin hayatını kaybettiği Leipzig Milletler Savaşı; Bach, Mendelssohn, Schumann, Wagner gibi müzisyenlere evsahipliği etmesi bunlardan bazıları...




Bach ve Leipzig bir anlamda Thomas kilisesi anlamına geliyor.

Bach, kilise yanında yer alan Thomas Okulunda müzik dersleri verme ve kantorluk görevlerini yürütüyormuş.



Almanya’da ki bir çok yapı gibi II. Dünya savaşında zarar gören kilise yeniden onarılmış, birleşmeden sonra tamamen restore edilmiş.




Kilise gündüz saatlerinde gezilebiliyor, haftasonları kilise içinde Bach kantatları seslendiriliyor...



Kilisenin dışında bulunan Thomasshop.
Bach’la ilgili her çeşit CD’ler, kitaplar, hediyelik eşyalar içeride...



Bach hakkında konuşulacak çok şey var... Acaba hangi eserinden bahsediyorlar?


Yaşadığı şehirleri gezerken J. S.Bach adı bir şekilde karşınıza çıkıyor...





Çocukların gözüyle Bach... Benim favorim kafasına çello saplanıp, notalar fışkıranı...





Eisenach’da Bach’ın doğduğu evde başlayan gezim, Leipzig’de Thomas kilisesinde Bach’ın mezarıyla noktalanıyor...